Mayıs ayında kuzenimin nikâhı için Milano’ya gittim. Sabiha
Gökçen Havaalanı’ndan ilk defa yurtdışına uçtum, açıkçası havaalanı beklerken
hiç keyifli değildi. Aydınlatması, mağazaları, yerleşimi ile sanki inşaatı
devam ediyor da eksiklikleri tamamlanacak gibiydi. İnsanda bir an önce orayı
terk etme isteği uyandırıyor.
Milano seyahatim kısa sürdü fakat çevreyi görmek açısından çok verimli oldu. Milano' ya ilk
gidişimdi ve moda şehri olduğu dışında pek bilgim yoktu. Halen de diğer İtalya
şehirlerinin yanında turistik açıdan pek özellikli olmadığını düşünüyorum.
Dünyanın en büyük gotik katedrallerinden biri olan meşhur Doumo Katedralinin yakınında, biraz güneyine doğru, merkeze
yürüyerek 5-6 dakika mesafede bir otelde kaldım. Otelin hemen yanında metro
istasyonu olduğu için her fırsatı değerlendirip kısa sürede bir çok yer gördüm.
Kaldığım yer, son
zamanların popüler bölgesi olan, Navigli’
ye de çok yakındı. Navigli küçük bir kanal boyunca uzanan, Milano’nun çok gözde olan bohem semti.
Katedralden güneye doğru yürüyerek yaklaşık 10-15 dakikalık mesafede. Kanalın
etrafında bir çok küçük dükkan, eskici, antikacı, restoran ve cafe bulunuyor.
Pazar günü ise erken saatlerde kurulan ve gün boyunca devam eden bir Antika
Pazarı var. Kanalın iki yanı boyunca uzanan tezgahlarda ağırlıklı olarak cam ve
porselen olmak üzere çok çeşitli objeler bulmak mümkün. Benim için şehirdeki en özellikli
bölge Navigli’ydi. Tezgahlardaki fiyatlar çok ucuz olmasa da, gezmesi çok keyifliydi.
Malum Milano moda şehri, burada her markayı görmek mümkün.
Meydanın, dolayısıyla Doumo
Katedrali’nin çevresi, özellikle şehrin en şık bölgesi olan Montenapoleone modayı takip eden, alışveriş ve marka sevenler için gerçek bir
cennet.
Meydana açılan
Galleria Vittorio EmanueleII ise içinde Prada, Louis Vuitton gibi
markaların ve cafelerin olduğu güzel ve geniş bir geçit. Cam tavanı ve bir çok
yöne açılan girişleriyle çok ihtişamlı duruyor.
Katedralin güneyine Navigli’ye doğru inen caddelerde ise
daha küçük ve uygun fiyatlı dükkanlar var.
Milano da nikaha
katıldığımızdan şehri gezmek için kısıtlı bir sürem oldu. Aksi gibi sabah başlayan şiddetli
yağmur ancak öğleden sonra kesildi ve hava oldukça soğuktu. Yağmur altında kısa
bir sürede şehri tanıma çabası, çabucak da olsa meydandaki müzede gezilen Modigliani ve Andy Warhol sergilerinin ardından , nikah, kokteyl ve akşam yemeği
ile Milano' da ilk günümü bitirdim.
Como'da bir güzel: Bellagio
Ertesi gün bütün davetliler hep birlikte İstasyonda
buluşup tren ile Como Gölü'ne gittik.
Yolculuk yaklaşık bir saat sürüyor. Hızını kesmeyen yağmur bizi pek rahat
dolaştırmasa da, Como’nun içinde küçük
bir turdan sonra gölün çevresindeki en güzel yerleşim birimlerinden biri olan
Bellagio’ya gitmek üzere tekneye bindik. Bizim Boğaz da çalışan yolcu
gemilerinin küçüğü diyebileceğim bir tekne ile yaklaşık yarım saat süren bir deniz yolculuğu yaptık. Tekne göl boyunca çevredeki
iskelelere uğradı.Biz Bellagio’ da indik.
Bellagio gölün en güzel yeriymiş ve bir çok ünlünün burada yazlık evleri varmış.
Villa Melzi Bahçeleri
Geldiğimiz yerdeki doğanın ve
çevrenin güzelliğini anlatacak kelime bulamıyorum. Adı Villa Melzi Bahçeleri
olan bir parkın içinden geçerek, yemek
yiyeceğimiz yere gittik. Hayatımda arka arkaya en çok resim çektiğim yer
olduğunu söyleyebilirim. Yanda ve aşağıda görülen resimleri ben telefonum ile çektim dersem, biraz anlatabilirim sanırım. Bellagio’nun küçük dükkanlarla dolu dar sokaklarında gezmek çok keyifliydi.
Dönüşte tekne ile gölün üzerindeki başka bir belde olan
Varenna'ya ulaşıp, oradan Milano ya giden trene bindik.
Galata'nın Cenevizlileri
Gezimin son gününde ise Milano dan Cenova’ya gittik. Yol araba ile otobandan
yaklaşık bir saat sürdü. Şişhane'deki Galata Kulesini yapan ve Galata bölgesinde uzun
süre yaşayan deniz ticaretinde becerikli Cenevizlilerin memleketini merak
ediyordum doğrusu. Cenova tam bir liman
kenti. Limandaki marina tıklım tıklım. Gösteriler, eğlenceler, gürültü, ne
ararsan var. Biz şehrin en eski yerleşim bölgelerinin olduğu içlerine doğru kıvrıldık hemen .Bazı sokaklar, karşılıklı iki pencereden uzanıp
bir şeyler alınıp verilebilecek kadar dar.
Bana ilginç gelen daracık sokaklarda
yürürken,bir köşeyi döndüğünüzde birden karşınıza ihtişamlı koca bir yapının
çıkması. Bazen bir kilise, bazen küçük bir saray yavrusu bazen de koca bir meydan. Eskiyi çok güzel korumuşlar,
yeniler ile beraber çok güzel uyum içinde bir arada yaşatıyorlar.
Etkileyiciydi.
Güzel bir Cenova turu, bol bol yemek içmekten sonra ver
elini tekrar Milano ve ertesi sabah erkenden şehirden ayrılış.Kısa bir sürede
hiç ara vermeden yağan yağmura rağmen hız kesmeden gezilen, mutlu bir olaya
imza atılan dört harika gün oldu benim için.
Dönüş yolculuğunda uçağa bindiğim andan inene kadar
hayatımın en gürültülü, en yüksek sesli konuşulan yolculuğunu yaptım.Çoğunluğunu İtalyan yolcuların oluşturduğu uçakta sesler bir ara o kadar yükseldi ki, hostesler
bile kendi aralarında " uyarı anonsu
yapsak mı acaba "diye gülüştüler.
Kısacası çok keyifli, güzel anılar bırakan bir
seyahat oldu. Milano'ya bir daha yolum düşer mi bilmem ama umarım Como’dan tekrar geçerim.
Mayıs / 2013