YAKINLIK - Hanif Kureishi

Okuduğum en etkili başlangıç cümlelerinden biri


“Çok üzücü bir gece, çünkü gidiyorum ve bir daha dönmeyeceğim. Yarın sabah, altı yıldır birlikte yaşadığım kadın bisikletiyle işe gittiğinde ve çocuklarımız toplarıyla birlikte parka götürüldüğünde, bazı eşyaları bir valize dolduracak, kimseye görünmemeyi umarak evden usulca çıkacak ve metroyla Viktor’un evine gideceğim”, diye başlıyor Hanif Kureishi’nin Yakınlık adlı romanı.

Kitabın başlangıç cümlesi okuduğum en etkileyi başlangıç cümlelerinden biri. Hala her okuduğumda etkilenirim ve zaman zaman aklıma gelir bu cümle. Kitap bir yazarın eşini ve iki çocuğunu terk etmeden önce evinde geçirdiği son gecesini anlatıyor.

Ertesi gün kocasının ve babalarının onları terk edeceğinden habersiz karısı ve çocukları evde her akşam ki olağan yaşantılarını sürdürürken, erkek kafasında geçmiş ve gelecekle ilgili çeşitli düşüncelerle kendini hiç ele vermeden ,olağan gecelerinden birindeymişçesine geçiriyor onlarla olan son akşamını. Erkeğin “daha çok yaşamayı” arzu ederek evi terk etmesi , kadın erkek ilişkisini özellikle karı koca ilişkisini uzun süre sorgulattı bana. Kitabın bu konuda sarsıcı hatta yıkıcı etkisi oldu diyebilirim.


0 yorum :

Nikah dolayısıyla Milano

Mayıs ayında kuzenimin nikâhı için Milano’ya gittim. Sabiha Gökçen Havaalanı’ndan ilk defa yurtdışına uçtum, açıkçası havaalanı beklerken hiç keyifli değildi. Aydınlatması, mağazaları, yerleşimi ile sanki inşaatı devam ediyor da eksiklikleri tamamlanacak gibiydi. İnsanda bir an önce orayı terk etme isteği uyandırıyor.


Milano seyahatim  kısa sürdü fakat çevreyi görmek  açısından çok verimli oldu. Milano' ya ilk gidişimdi ve moda şehri olduğu dışında pek bilgim yoktu. Halen de diğer İtalya şehirlerinin yanında turistik açıdan pek özellikli olmadığını düşünüyorum.

 Dünyanın en büyük gotik katedrallerinden biri olan meşhur Doumo Katedralinin yakınında, biraz güneyine doğru, merkeze yürüyerek 5-6 dakika mesafede bir otelde kaldım. Otelin hemen yanında metro istasyonu olduğu için her fırsatı değerlendirip kısa sürede bir çok yer gördüm.

Kaldığım yer, son zamanların popüler bölgesi olan, Navigli’ ye de çok yakındı. Navigli küçük bir kanal boyunca uzanan, Milano’nun çok gözde olan bohem semti. Katedralden güneye doğru yürüyerek yaklaşık 10-15 dakikalık mesafede. Kanalın etrafında bir çok küçük dükkan, eskici, antikacı, restoran ve cafe bulunuyor. Pazar günü ise erken saatlerde kurulan ve gün boyunca devam eden bir Antika Pazarı var. Kanalın iki yanı boyunca uzanan tezgahlarda ağırlıklı olarak cam ve porselen olmak üzere çok çeşitli objeler bulmak mümkün. Benim için şehirdeki en özellikli bölge Navigli’ydi. Tezgahlardaki  fiyatlar çok ucuz olmasa da, gezmesi çok keyifliydi.
Malum Milano moda şehri, burada her markayı görmek mümkün. Meydanın, dolayısıyla Doumo  Katedrali’nin  çevresi,  özellikle şehrin en şık bölgesi olan Montenapoleone  modayı takip eden,  alışveriş ve marka sevenler için gerçek bir cennet.

Meydana açılan Galleria Vittorio EmanueleII ise içinde Prada, Louis Vuitton gibi markaların ve cafelerin olduğu güzel ve geniş bir geçit. Cam tavanı ve bir çok yöne açılan girişleriyle çok ihtişamlı duruyor.
Katedralin güneyine Navigli’ye doğru inen caddelerde ise daha küçük ve uygun fiyatlı dükkanlar var.
Milano da  nikaha katıldığımızdan şehri gezmek için kısıtlı bir sürem  oldu. Aksi gibi sabah başlayan şiddetli yağmur ancak öğleden sonra kesildi ve hava oldukça soğuktu. Yağmur altında kısa bir sürede  şehri  tanıma çabası,  çabucak da olsa meydandaki müzede gezilen  Modigliani ve Andy Warhol sergilerinin ardından , nikah, kokteyl ve akşam yemeği ile Milano' da ilk günümü bitirdim.

Como'da bir güzel: Bellagio
Ertesi gün bütün davetliler hep birlikte İstasyonda buluşup  tren ile Como Gölü'ne gittik. Yolculuk yaklaşık bir saat sürüyor. Hızını kesmeyen yağmur bizi pek rahat dolaştırmasa da, Como’nun içinde  küçük bir turdan sonra gölün çevresindeki en güzel yerleşim birimlerinden biri olan Bellagio’ya gitmek üzere tekneye bindik. Bizim Boğaz da çalışan yolcu gemilerinin küçüğü diyebileceğim bir tekne ile yaklaşık yarım saat süren bir deniz yolculuğu yaptık. Tekne göl boyunca çevredeki  iskelelere uğradı.Biz Bellagio’ da indik. Bellagio gölün en güzel yeriymiş ve bir çok ünlünün  burada yazlık evleri varmış. 

Villa Melzi Bahçeleri
Geldiğimiz yerdeki doğanın ve çevrenin güzelliğini  anlatacak  kelime bulamıyorum. Adı Villa Melzi Bahçeleri olan  bir parkın içinden geçerek, yemek yiyeceğimiz yere gittik. Hayatımda arka arkaya en çok resim çektiğim yer olduğunu  söyleyebilirim. Yanda ve aşağıda görülen resimleri ben telefonum ile çektim dersem, biraz anlatabilirim sanırım. Bellagio’nun  küçük dükkanlarla dolu  dar sokaklarında  gezmek çok keyifliydi.
Dönüşte tekne ile gölün üzerindeki başka bir belde olan Varenna'ya ulaşıp, oradan Milano ya giden trene bindik.

Galata'nın Cenevizlileri
Gezimin son gününde ise Milano dan  Cenova’ya gittik. Yol araba ile otobandan yaklaşık bir saat sürdü. Şişhane'deki Galata Kulesini yapan ve Galata bölgesinde uzun süre yaşayan deniz ticaretinde becerikli Cenevizlilerin memleketini merak ediyordum doğrusu. Cenova  tam bir liman kenti. Limandaki marina tıklım tıklım. Gösteriler, eğlenceler, gürültü, ne ararsan var. Biz şehrin en eski yerleşim bölgelerinin olduğu  içlerine doğru kıvrıldık hemen .Bazı  sokaklar, karşılıklı iki pencereden uzanıp bir şeyler alınıp verilebilecek kadar dar. 

Bana ilginç gelen daracık sokaklarda yürürken,bir köşeyi döndüğünüzde birden karşınıza ihtişamlı koca bir yapının çıkması. Bazen bir kilise, bazen küçük bir saray yavrusu   bazen de koca  bir meydan. Eskiyi çok güzel korumuşlar, yeniler ile beraber çok güzel uyum içinde bir arada yaşatıyorlar. Etkileyiciydi.

Güzel bir Cenova turu, bol bol yemek içmekten sonra ver elini tekrar Milano ve ertesi sabah erkenden şehirden ayrılış.Kısa bir sürede hiç ara vermeden yağan yağmura rağmen hız kesmeden gezilen, mutlu bir olaya imza atılan dört harika gün oldu benim için.
 Dönüş yolculuğunda uçağa bindiğim andan inene kadar hayatımın en gürültülü, en yüksek sesli konuşulan  yolculuğunu yaptım.Çoğunluğunu İtalyan yolcuların oluşturduğu uçakta sesler bir ara o kadar yükseldi ki, hostesler bile kendi aralarında " uyarı anonsu yapsak mı acaba "diye gülüştüler.
Kısacası çok keyifli, güzel anılar bırakan bir seyahat oldu. Milano'ya bir daha  yolum düşer mi bilmem ama umarım Como’dan tekrar geçerim.

Mayıs / 2013



0 yorum :

Cihangir'den geçerken

İstanbul’u Yazıyorum’un Cihangir günündeyiz…

“Daha önce defalarca geldiğim bir semti yazmak nasıl olur?”, diye düşünüyorum. Bildiğim yerlerin neresine bakacağım, daha önce fark etmediğim neler göreceğim ...merak ediyorum..

Cebimde küçük bir bloknot ve kalemimle, bütün duyularımı harekete geçirerek, sokaklarda dolaşmaya başladım.

Etrafta gördüklerimi beğenmek, hoşuma gidecek kokuları solumak ve duyduklarımla mutlu olmak üzere Cihangir’i yeniden keşfetmeye hazırım.…

Nereye gittiğime bakmaksızın sokaklarda dolaşmaya başladım. Her girdiğim sokakta biraz ilerledim…sonra geri döndüm…sonuna kadar gitmedim hiçbirinde.

Acele ettim….bir yan sokağa saptım…sonra diğer sokağa, sonra diğerine… Sebebini anlayamadım… telaşlıydım….çözemedim beni huzursuz edenin ne olduğunu. Sonra farkına vardım ki, Cihangir’ de gözlerimde bir perde ile dolaşmak istedim …ve de öyle dolaştım…Ara sıra perdeyi biraz aralayıp baktım ama hemencecik kapattım. Arkasındakini görmek, gizemine ortak olmak istemedim. İçeride her ne varsa kendisine ait kalmalıydı…

Cihangir sokaklarına ” sadece geçiyorum, biraz sonra buralardan gideceğim, siz rahatınıza bakın”, demek istedim.

Yan yana sıralanmış apartmanların önünden yürürken, gözlerim etraftan tek tük geçenlerin arasında küçük çocuklu birilerini aradı… Yoktu… Düşündüm de yaşlı ya da genç, daha çok yalnızlığını yaşayan insanların semti olmalı Cihangir…

Benim için, farklı hayatlara geçmeden önce bir süreliğine beklenen bir durak gibi burası. İleri ya da geri, mutlaka bir yerlere gidilecek buradan. Burada sürekli kalmak yorucu…

Kimbilir, kalanlar sabırla bir gün gitmeyi bekliyorlar belki de…Gidenler ise arada özlem ile burayı ansalar bile, aslında için için buradan gittiklerine seviniyor, memnuniyet duyuyorlar …mıdır acaba?

Anladım ki Cihangir benim için uzaktan methiyeler düzdüğüm, ama yaşadığımda değil onu ziyaret ettiğimde ve aslında en doğrusu oradan geri döndüğümde mutlu olduğum semt…..

Bilge
23.02.2010

0 yorum :

Boğaziçi Köyü Kuzguncuk

Neden bilmem, “Kuzguncuk” ismi bende her zaman şefkat hissi uyandırmıştır. ”Kuzguna yavrusu..” lafının çağrıştırdığı anne- çocuk ilişkisinden belki de..


Yeni bir yere ilk gittiğimde, önce bir telaşa kapılırım. Orayı her yönüyle keşfetmek, hiçbir şeyi gözden kaçırmamak, her şeyi hafızama kaydetmek isterim. Telaşsız, kendimi bile şaşırtan yavaş adımlarla dolaştım Kuzguncuk’ta..

Caddenin yanındaki sokağa sapınca, çocukluğuma döndüm birden. Mavi betebeli ev, beni babaannemin evine götürdü. Balkonundan sarkan sardunyalar, pencerelerin önündeki saksılar, sokaktaki kedi kokusu ile babaannem sanki camı açıp, dışarı bana seslenecekmiş gibi geldi.

Burada hiçbir şey için acele etmeye gerek yok. Ruhumun yavaşladığını hissettim. Hayat yavaş, sessiz, sakince ve olması gerektiği gibi akıyor. Her şey yerinde, bekliyor. Kaçırılan, yetiştirilmesi gereken işler yok gibi. Telaşa yer yok.

Eskiler yerinde duruyor, atılmıyor. Aksine, yeniler gözü bozuyor, yoruyor.
Pencereleri kendine çok büyük gelen, tepesinden duman tüten teneke ev, mahallenin doğal bir parçasıyken, sokak içindeki kocaman, ışıklı, renkli reklam tabelası “beni buraya zorla astılar” diyor kendiliğinden.

Kimi harap, yıkık, bakımsız, kimi biraz elden geçmiş bir sürü ahşap ev, yan yana ,omuz omuza…
Her şey eski, ama bugüne ait. Kuzguncuk öteden beri bende uyandırdığı şefkat hissine, sadık kaldığı semt ruhu, bozulmamış Boğaziçi Köyü kimliği ile sadakat ve güveni de ekliyor.
Bilge
14.01.2010



0 yorum :

Alışkanlıkları değiştirmek elimizde!

Güneş değişimin simgesidir.

Yaşantımızda zaman zaman bizi yavaşlatan, bize yük olan alışkanlıkları, inançları, davranışları fark edip, artık bunları terk etmek, daha mutlu ve doyumlu olabilmek için, olumlu yönde değişmek isteriz.


Potansiyelimizin kapasitesini kullanarak kendimizin mümkün olan en iyi versiyonunu gerçekleştirmek aslında elimizde.

Yaşamın sonsuz seçeneklerinden kendimiz için en uygun olanı seçebilir, bunu uygulayıp, sürdürerek yeni alışkanlığımız haline getirebiliriz.

Bir çok kere ben de çeşitli alışkanlıklarımı değiştirmek istedim. Bazılarında başarılı oldum, bazılarında olamadım. Bugün artık en azından bunların nedenlerini biliyorum. Değişimin tamamen benim tercihlerime bağlı olarak gerçekleşeceğini öğrendim.

Türlü bahaneler veya suçlanacak birilerine gerek yok, her şey sadece bize ve tercihlerimize bağlı .

Değişim kelimesi Çince de kriz anlamına geliyormuş. 2 sembolün beraber kullanımı ile ifade ediliyor: gizli tehlike ve potansiyel fırsat. Değişimin içinde tehlike var, gizlilik var ve potansiyel fırsat olduğu için bir de vaat var.

Değişim deyince önce içimizde bir şüphe oluşuyor . Yeni durumda ne ile karşılaşacağımızdan çok emin olamıyoruz. Bilinmezliklerle dolu olduğu için de hemen kolaylıkla kucak açmıyoruz ona. Eski halimize iyi kötü alışmışız, nasıl baş edeceğimizi biliyoruz.

Direnç, erteleme ve korku değişimin karşısındaki engellerden bazıları

Direnç ne hissettirir? Huzursuzluk, mutsuzluk, anlaşılamayan bir suçluluk duygusu. Hissettiğimiz bütün bu olumsuz duyguları teskin etmek için ne yaparız ? Çok yeriz, çok içeriz, internette fazlaca oyalanıp, gereksiz ne varsa yaparız. Bütün bunlar olumsuz duygularımızı bastırmak için ,direncin yansımaları.

Erteleme bizi geçici olarak sorumluluk almaktan korur. Ertelemenin bir başka sebebi de yapılacak işin altından kalkılamayacağı duygusu ve özgüven eksikliği. Nereden başlamalı, ne yapmalı ? En iyisi ertelemeli. Erteledikçe rahatlayacağımıza aksine, stres, güven kaybı, uyku bozukluğu, kendini eleştirme, türlü olumsuz duygular çıkar ortaya. Geçiştirmek için çeşitli bahaneler buluruz ama yine de rahat edemeyiz bir türlü.

Korku ise bilmemek ve emin olmamaktan kaynaklanıyor. Araştırmalara göre insan genlerinden gelen 2 gerçek korku var ; yüksekten düşme ve yüksek ses korkusu. Diğer bütün korkular sonradan öğrenilmiş korkular.

Korktuğumuz her ne ise bir tarafa bırakıp, yapılmak istenilene odaklanmamız önemli. Korkunun geçmesini beklemek boşa vakit kaybından başka bir şey değil çünkü geçmeyecek. Korku hep olacak.Onu kabul edip, onunla beraber yola çıkmalıyız. Korkuya rağmen harekete geçtiğimizde, akıllıca riskler alıp, temkinli davranırız.

Bize yararının olmadığını bildiğimiz bazı alışkanlıklarımızı devam ettirmemizin sebebi nedir acaba?

Sigaranın zararlı olduğunu biliyoruz, yine içiyoruz. Tatlı ya da hamur işini çok yiyince kilo alacağımızı biliyoruz, buna rağmen yiyoruz.

Bize sağladığı fayda nedir ki devam ettiriyoruz bu tutumumuzu?

Vaz geçemediğimiz her davranışımızın arkasında , o durumdan elde ettiğimiz adına ister gizli kazanç,ister haz diyelim bir doyum var. Kişilik sistemimizin en ilkel yapısı olan biyolojik yapımız, id, haz ilkesine göre çalışır. Bu yapıda düşünce ve akıl yok, sadece duygu ve davranış var. O nedenle haz duygusu önemli, tatmin edilmeli.

Sürdürdüğümüz her davranışın ardında durumdan elde ettiğimiz bir doyum, kendimizi koruma, gizli kazanç var. Mesela sigara, zararlı ama bazen arkadaşımız oluyor, bazen stresimizi atıyor, bazen de kilo almamızı engelliyor. Ya da çocukları için çok fazla endişelenen bir anne böyle davranarak kendini çoçuklarına çok düşkün hissediyor .

Değişiklik yapmak istediğimizde önce alışkanlığımızın bize sağladığı doyumu keşfedeceğiz. Bu duyguyu belirledikten sonra yerine yeni davranışımızla ilgili sağlıklı başka bir alternatif koyacağız ki, değişikliği yapabilelim, sürdürebilelim.

Aklımızın söylediği “sigara zararlı, bırak” bizi bir yere kadar götürür. Bize doyum sağlayacak yeni alternatifi koymadıysak, gizli kazancımızı belirlemediysek, bir süre sonra tekrar eski davranışımıza geri döneriz.

Değişimi yaparken odağımızı yapmak istediğimize çevirmemiz çok önemli, yapmamamız gerekene odaklanmayacağız.

Örneğin odak sigarayı bırakmak veya rejim yapmak değil, sağlıklı olmak vs. gibi doyum sağlayacak başka bir olumlu hedefte olmalı.

Bir davranışı yapmamak için kendimizi engellediğimizde onu daha çok yaparız. Yapmamaya odaklandığımız şey ürer. Düşüncemiz neye odaklanırsa, onu üretir.

Beyin “yapma” komutunu bilmez. Klasik örnek “Kırmızı köpek düşünme “ dendiğinde aklımıza hemen kırmızı köpeğin gelmesi gibi.

Değişim yolunda atacağımız ilk adım doyum sağlayacağımız yeni hedefe odaklanmak olmalıdır.

Değişimi sadece kendimiz istediğimiz için yapacağız, başkaları için değil.

Değiştirmek istediğiniz alışkanlığınız sizde neyi besliyor acaba?

Bilge
Mayıs 2013






0 yorum :